10 Nisan 2008 Perşembe

yolculuk 4, seviyeye

bi kitap var...ra bilgileri diye,
burda RA'nın reankarnasyon ile dünyaya tekrar dönüşünü anlatan ve bi medyumun telepatik iletişim notları falan olan bi kitap.
orda derki ;
tüm canlılar tekamül seviyelerine bağlıdır
1.seviye=kendini tanımak bunu başaran canlılar 1.temaküldedir
2.seviye = başka canlıları tanımak
3.seviye = aklını tanımak, insan 3. seviyedir şu an da ve
4. seviyeye geçecek süreyi tamamlamasına rağmen hala geçememiştir,çünkü 4. seviye sevgidir...koşulsuz sevgi...dünya üstündeki 3.seviye canlılarından koşulsuz olarak sevenler aslında 4. tür ve 6 milyarlık nüfüs içinde 200 kişiler diyor... RA..
sonra
5. ışık olabilmeyi öğrenmekpardon
6.ışıktı
5. hastalıkları tedavi etmek(isa 6. seviyeden dünyaya reankarnasyonla döner, çünkü 4. seviye sevgiyi aşması için son sınavı,öyle çok sevmeliki insanları 4.seviyeden 3. düşmeyi göze alarak geri dönmeli, aslında bu onun 4. seviye sınavını verdiğinin göstergesi)
7. sonsuzluk ve sınırsızlık
7. seviye bitirince congurilations game over hihg score yazıyoradını yazdıtıyon makinaya7. seviye öğretisinden sonra seviye takamülüne erişitoyorsun şimdidünyada

3. seviye isekbunun üstüne çıkmayı başarmış kişiler varmı?
sorunun cevabı; 3 kişi vartahmin edebilirmisiniz?

-ben 4. seviyeye geçtim gibi sanki beaa...biri benim ikincisi mevlana üçüncüde hımmm

1. cengizhan
sebep; öyle sevmişki kendini egosunun büyüklüğüdünyada hiçbirşeyi göremiyecek hale gelmesini sağlamış işte sevgi anlayısı bu ...safi sevgi ...neyi olduğu önemli değil ...bi kadın da olabilir
- ben3,5 seviyesindeyim ozaman
-kasap cengiz bile bu öğretiyi kavramış yani
-evet kasap
-sonra 2. kişi abraham lincoln zencilerle alakalı bi olay tam hatırlamıyorum
-hitler dir ozaman 3. sü

-3. kişi ama bu diğerlerinden farklı olarak 4 değil 7. seviyeye çıkıyor...direk...işte o hitler ...öyle bi halk sevgisiki bu kendi halkına olan ,diğer hiç bir insan onun bu seviyesine erişemiyor...:

9 Nisan 2008 Çarşamba

sözde soykırım masalı

ben ermeni değilim
siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz...

1996 da ermenilerin yaptığını örtbas edip hrant dink i kahraman ilan edenlere yazıklar olsun

eğer kanında bir damla türk kanı taşıyorsan
ben ermeniyim deme...

elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı.Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı :
-Akçik, manç?.. (Kızmı, oğlan mı?)
-Akçik... (Kız)
Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı.Kan b! ürülügözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-Tun şahetsar,ınger... (Sen kazandın, yoldaş)
-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver) Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi.Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek... (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları! atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu. Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce yaşandı. Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir. Ajanslar,katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. 26 Şubat'ta güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar. 26 Şubat! gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler. ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, Sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını,sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular. Peki neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda 'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün,öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım. Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı kuvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni Sılahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış,geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.! Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean
-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu: 'Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz' Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu. Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katlia! mı' baş sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu. Ermeniler Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavüz edip öldürmüşlerdi. Ülkemizde sadece 1 ermeni öldürüldü diye yürüyüş yaptılar ve o kadar araştırdılar ama hiç bir insan kalkıp ta bu masum insanlara işkence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapmadı………….. Yazıklar olsun …

3 Nisan 2008 Perşembe

üç kuvvetten biri "YARGI" Masalı

22 temmuz 2007 den az önce;
cumhurbaşkanlığı seçiminin iptal edilmesi için başvuran chp'nin lideri Deniz Baykal diyorki; "bu konuda anayasa mahkemesi tarafsız olamaz"... anayasa mahkemesi kararı açıklıyor ( eyy deniz baykal sen nedersin bre densiz demesini beklerken biz) 367 şart değil ama biz yinede iptal ediyoruz... eee yuh

sonra ne oluyor AKP %47 oy alıyor ve cumhurbaşkanı abdullah gül seçiliyor...

bunu hazmedemeyen CHP ve anayasa mahkemesi bir süre sessiz kaldıktan sonra
AKP ye kapatma davası açıyor artı Abdullah gül'ü de yargılama kararı alıyor...

cumhurbaşkanını bir tek suçtan yargılayabilirsin "vatana ihanet" ve bunun için sağlam delillerin olacak ve buna meclis karar verecek... ey millet yargının bu küstahlığı ve taraflı tutumu bununlada kalmıyor

kapatma davasını açan savcı şunları söylüyor;
akp kesinlikle kapatılacak...( yahu sen davayı açarsın kapatılır yada kapatılmaz o senin yetkinde değil nerden biliyorsun kapatılacağını sen hakim misin yoksa beraber mi hazırladınız kapatma davasını) devam ediyor kendi ağzıyla şunları söylüyor; bazı iddaalarım mesnedsiz olabilir, bazı iddaalarım gazete küpürü olabilir ve hatta bu küpürler tekzip edilmiş olabilir, bende tekzipleri görememiş olabilirim, bunlar yargı sürecinde ayıklanır sonuçta 30-40 kişi siyasi yasaklı olur... diyor

yargının çiviside çıkmıştır hayırlı olsun vatana millete...
yasama yürütme abd nin elinde
yargı chp nin elinde... güvenilecek tek kurum kalmadı ülkede...

unutulanlardan başka değişen bişey yok
necmettin erbakan 90'lı yıllarda;
"bize oy veren cennete,vermeyen ceheneme gider"diyordu...

şimdi chp ;
bize oy verenler aydın, kültürlü, zeki, bilinçli,
vermeyenler dağda çoban , 1 paket makarnaya kandırılmış"
diyorlar...

ben aralarında bi fark göremedim siz görebiliyormusunuz...

60'lı yıllarda adalet partisi köylere gittiklerinde ;
bu AP ne partisi diye soranlaraALLAHIN PARTİSİ diyorlarmış.
chp liler gittiklerinde soranlaraCENABI HAKKIN PARTİSİ diyorlarmış...

görülüyor ki; bu memlekette 50 yıldır değişen bişey yok :(

20 Mart 2008 Perşembe

demokrasi masalı...

yemişim böyle demokrasiyi...

herkes diyor ki;
biz parti kapatmaya karşıyız ama
akp kapatılsın

daha önce ne diyorlardı;
367 şart değil ama
gül'ü engellemek için şart.
ve o 367 tartışmaları sırasında deniz baykal şöyle dedi;
anayasa mahkemesi bu konuda tarafsız olamaz...
anayasa mahkemesi buna tepki vermediği gibi
bu sözü onayladı ve 367 şart değil ama iptal ediyoruz dedi...

anlaşıldı atatürk dönemine özlem duyuyoruz diyordukya;
istenen şey tek partili dönem galiba,
bütün partileri kapatın chp iktidar olsun...
başka türlü olamayacak galiba

1 Mart 2008 Cumartesi

pkk masalı...

neden geri çekildik
yoksa pkk nın bitmesini istemeyenlermi var aramızda?

vay beeeeee!
amerika çıkın dedi 24 saat geçirmeden çıktık. madem böyle yarım bırakacaktık bu işi 24 gencimizin günahı neydi bir hiç uğrunamı öldüler...güvendiğimiz tek kurumdu ordu... paşa diyorki; "kısa mı sürdü sıkıyorsa orada bir 24 saat geçirin" evet sıkıyor paşam ben oraya tek başıma yürürüm sende istifa edersin o zaman belki...

anladım türkiyede güvenebileceğimiz tek bir kurum bile kalmamış...

anladım bağımsız türkiye diye bir şey yokmuş...

anladım cebren ve hile ile aziz vatanın her kalesi zaptedilmiş,her köşesi tutulmuş, bütün tersanelerine girilmiş,bütün orduları dağıtılmış, memleketin her köşesi bir fiil işgal edilmiş...

anladım bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzre memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içindeler...

ey türk istikbalinin evladı
işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur...

ve bu duruma sessiz kalmakta gafletdir dalalettir ve hatta hıyanettir...
o asil kan hala damarlarımızdaysa bişey yapmalı bişey yapmalı kıyamet değilse bile bişey kopmalı...

şimdi ben paşanın geri çektiği askerlerin yerine kuzey ırak a yürüsem kaç kişi gelir ardımdan

bunu herkese gönderin hatta genel kurmaya bile gönderin sessiz kalmamak lazım....

çuval hala başımızda
onur sadece çocuklara isim olarak kullandığımız bir şey oldu
yeter...

5 Şubat 2008 Salı

türban masalı...

bu yazıyı önyargısız okuyun ve ve biraz düşünün yazılanları... eğer bana hak veriyorsanız bu yazıyı tüm arkadaşlarınıza gönderin yok eğer itirazınız varsa , huamey@mynet.com adresine yazın itirazınızı...yalnış gördüğüm,yalnış algıladığım bir şeyler varsa bende kendi öz eleştirimi yapıp düzelteyim yalnışlarımı...

türbanlı türbansız diye ikiye bölmeye çalışıyorlar şimdi de bizi... bu oyuna gelecekmiyiz? yine 20 yıl geri mi gideceğiz? yine bölünüp çoğalmayamı çalışacağız? amip değiliz biz mitoz bölünme bize yaramıyor, bunu daha önce denedik, olmadı ve hiç bir zaman olmayacak...

laiklik için hiç korkmayın o kadar kolay yıkılacak bir ilke olsaydı uygulamaya değmezdi. yıkılmaz merak etmeyin...şu an sadece üniversiteye girmesi sağlanıyor. AKP eğer bunun ötesine giderse samimiyetini kaybeder ve şu an arkasında olan bir çok kişiyi karşısına alır bu ülkeyi deniz baykaldan daha çok seven milyonlarca insan var... bu tasarı sadece kızların öğrenim özgürlüğüdür, irana yöneliş bu değil eğer irana yönelirlerse o zaman berarber mücadele ederiz CHP'den daha kalabalık bir kitle bulurlar karşılarında...

bırakın kızlarımız üniversiteye girsin...madem onları eğri diye tanımlıyorsunuz, madem yalnış diyorsunuz madem kandırılmış olarak kabul ediyorsunuz bırakın girsinler üniversiteye üniversitede eğitin düzeltin kurtarın, dışlayarak onları kazanamazsınız...

durum aslında şöyle başı kapalıları üniversiteye almıyorsunuz, başını açıp girince fikirleri değişiyormu? hayır. aynı kafayla içerde oluyor hatta aynı kafadaki erkekleride alıyorsunuz içeri... dışarda kalan sadece biz bez parçası oluyor, yani kafanın içinden değil dışından mı korkuyorsunuz. şekilcilik dedikleri bu olsa gerek...

bir öğretim görevlisi bir itirafta bulundu; "türbanlı öğrenci üniversiteye girerse ben ona iyi not vermem" dedi... zaten öyle yapıyorlar hocalar kendi görüşlerinden olan öğrencilere torpil yapıyor olmayanlara hakkından kötü not veriyor. işte bu laf da bunun itirafıdır...böyle hocalarla ne çağdaşlığından bahsediyorsunuz siz...

bir başka öğretim görevlisi diyorki;" türbanlılar girerse ben derslere girmem" yazık yahu memleketimim profesörü böyle ise vay halimize...

ortaöğretimde bir kızın ailesi kızın başını örtmüş o yaşta zorla yapılmıştır bunu kınıyorum ama kız resim yarışmasında birinci olmuş kürsüde ödülünü alacak aklıevvelin biri türbanla alamazsın diye kızı azarlıyor... onun ailesinede onu kürsüden indirenede yazıklar olsun hepsi bi tarafada masum yavrunun göz yaşlarını kim silecek...

DSP iktidardayken kamusal alan olduğunu iddia ederek türbanlı bir bayanı otobüse almayan otobüs şöförü gördük kimse sokaklara dökülüp olay yaratmadı, İHL lerinin orta bölümü kapatıldı kimse sokaklara dökülmedi. şimdi haberleri seğreden sokağa çıkıyor...

anıtkabirdeki yürüyüşe gelen 3 türbanlı kadını tartaklamaya kalktılar yakıştımı laik demokratik çağdaş fotoğrafımıza...

böyle bir yasak dünyanın hiç bir yerinde yok denince; "gamalı haç ile almanyada gezmek bile yasak" diyerek cevap verenlerin bir dine nasıl bir hakarette bulundukları hakkında bi fikirleri varmı acaba... nazizm ile islam aynı şeymi? el insaf yahuu... nazi dehşetini dün izledinizmi tv de beşi çocuk dokuz türk yakılarak katledildi, ve olay anında yoldan geçen bir alman mikrofona bu ne güzel bir manzara siye iğrençleşti ve bunu yapanlar avrupalı biz barbarız dimi... hadi hepimiz türküz diye sokaklara dökülsenize dökülemezsiniz çünkü size göre dünya üzerinde tek kötü milliyetçilik türk milliyetçiliğidir. diğer milletlerin milliyetçilik yapması mübahtır...

yine bir protetocu şöyle diyor;"ne kadar cami cemaati varsa o sayıda da atatürkçü var" bundan daha büyük bölücülük varmı? atatürkçülük müslüman karşıtı mı demek? nerelere götürdünüz meseleyi... bölünmeden çözebiliriz bu meseleyi...

bir öğretim görevlisine bir öğrenci soruyor tv de; "türbanlıları nasıl düzelteceğiz" yapmayın böyle onlar eğri değil, öcü değiller, nasıl bir örümcek beyin üretmeleridir bunlar. kimin eğri kimin doğru olduğuna kim karar veriyor...

bir pankart açılmış; " hangi çılgın bana türban takacakmış şaşarım" yazıyor... arkadaşım kimse senin başına zorla bişey takmıyor merak etme sen; ama birilerin başı zorla açılıyor...

kadınların yarısı baş örtülü, yani kadınların yarısı yüksek öğrenim hakkından yararlanamıyor. geriye kalanlarında bir kısmı başarız öğrencilikten giremiyor. görenlerin çoğuda annelik ve evlilik gerekleri yüzünden ya kariyerini bırakıyor ya yarım bırakıp sonra devam edip zaman kaybediyor. bu yüzden mecliste 3-5 kadın var bu yüzden her alanda eksiksiniz ve erkeklerin egemenliği altındasınız kadınların sorunlarını erkekler tartışıyor yahu...

türbanlı kadınlar kullanılıyormuş...doğru... ama kadınların kullanılmadığı alan varmı? kadınları kullanmayan parti varmı?22 temmuz seçimlerinden bir hafta önce deniz baykal posta gazetesine röportaj vermedimi " cumhur başkanının eşi türbanlı olabilir biz kafanın dışına değil içine bakarız " demedi mi? ne için dedi oy için dedi... oy için türbanlıları chp bile kullandı... tıpkı eskiden olduğu gibi... adalet partisi yani ap ne partisi diye sorunca köylüler allahın partisi derlermiş, chp de gecikmemiş aynı köylülere chp cenabı hakkın partisi demiş... peki kadınlar siz her yerde kullanılıyorsunuz neden sesiniz çıkmıyor yarışma programlarında yarı çıplak dans eden kızlar ne amaçla orda...?reyting... peki sinemada en iyi kadın oyuncu oskarını neden hep en iyi sevişen kadına veriyorlar...? ben bir spor programı gördüm 3 erkek masanın arkasında oturuyor bir genç kız hemen hiç bir şey konuşmadan kameranın önünde ayakta duruyor ve kameras kızın bacaklarını çekiyor...pes artık bunun adı kullanılmak değilde nedir...

türban simge ise bir partinin simgesi ise başı açıklarda diğer bir partinin simgesi olmuyorlarmı ?

türban toplumsal barışı tehlikeye sokar, ayrışma bölünme yaratır saçmalığı: ben eli silahlı eli kanlı pkk lılara kardeşim diyen hava harekatlarına karşı "hiç bir şeyi şiddetle çözemezsiniz diye yüzsüzlük eden hainleri mecliste üniversitelerde ellerini kollarını ve dillerini sallayarak gezindiği görüyorum sizde görüyormusunuz? ben bu ülkede solcu öldüren sağcı, sağcı öldüren solcu, kürt öldüren kürtcü, gördüm siz gördünüz mü? ama ben daha açık saçlıya değil şiddet kötü söz bile söyleyen başı kapalı görmedim siz gördünüzmü? ama açık başlıların kapalı başlıları aşağıladığını gördüm...

üniversitelere meclise, vesaire yerlere eli kanlıları almayın asıl...yüreği delikanlıları alın delikanlı kızlardan zarar gelmez...

kafanın içine bakın dışına değil...

27 Kasım 2007 Salı

1 mayıs 1977 olayları...

Bir kırmızı karanfilin öyküsüTarih: 13.05.2007 Saat: 06:03Konu: Tarih Üzerine
1 Mayıs 1977’de ölenler artık sadece bir istatistik mi? Onların birer adı, hayatları ve yaşam hikáyeleri yok mu? 54 yaşındaki Ermeni vatandaşımız Garabet Ahyan’dan 17 yaşındaki Jale Yeşilnil’e, 20 yaşındaki polis memuru Nazmi Arı’dan Rum vatandaşımız 57 yaşındaki Aleksandros Konteas’a kadar ölenlerin tümünün bir öyküsü var kuşkusuz. Tıpkı ilkokul öğretmeni Bayram Çıtak’ın olduğu gibi...TARİH: 30 Nisan 1977. Yer: Ankara Mustafa Kemal Bulvarı. Bir öğretmenler derneği olan TÖB-DER’in organize ettiği onlarca otobüs saat 22.30’ta İstanbul’a hareket etti.Otobüsler tıklım tıklım doluydu.Her otobüsten türküler, marşlar duyuluyordu hep bir ağızdan söylenen."Bir Mayıs, Bir Mayısİşçinin, emekçinin bayramı..."1 Mayıs Bayramı’nı kutlamak için yola düşen binlerce öğretmenden biriydi Bayram Çıtak...Bayram Çıtak, 1940 yılında Sivas-Şarkışla Emlek Köyü’nde doğdu. Ailesi çok fakirdi. Savaş yılları yoksulluklarını daha da artırmıştı.Üç kardeştiler. Anne babasının tek umudu vardı; çocuklarını okutmak, subay ya da öğretmen yapmaktı. Bayram Çıtak, ilkokulu köyünde okudu.Öğretmen olmak istiyordu: Hasanoğlan Öğretmen Okulu’na yatılı öğrenci oldu. 22 yaşında öğretmen çıktı. İlk görev yeri Sivas-Zara’ya bağlı Karacahisar Köyü’ydü.Zaman içinde Anadolu’nun birçok yoksul köyünde öğretmenlik yaptı. Köy çocuklarını okutabilmek için her türlü zorluğu göze aldı. Okuldan arta kalan zamanda tarlada, bahçede köylülere yardım ediyordu.Son görev yeri Ankara Mamak Derbent İlkokulu oldu. Ataması bir hafta önce yapılmıştı. Eşi Selver ve üç oğlu, 13 yaşındaki Mete, 10 yaşındaki Metin ve 5 yaşındaki Mesut’la, Mamak’ta kiraladığı gecekonduda yeni hayatlarına başlamışlardı.OĞLU BÖBREK HASTASIAnkara’dan kalkan otobüsler yolu yarılamıştı. Öğretmenlerin çoğu uykuya dalmıştı. Bayram Çıtak, sigaranın birini bitirip diğerini yakıyordu. Canı sıkkındı.5 yaşındaki oğlu Mesut’u düşünüyordu. Küçük Mesut hastaydı. Böbrek yetmezliği teşhisi konmuştu. Haftada iki üç kez diyaliz makinesine bağlanacaktı. Bu nedenle tayinini Ankara’ya çıkarmıştı.Hastalık acısı, oğul üzüntüsü ayrı; tek öğretmen maaşıyla bu ekonomik yükün altından nasıl kalkacağını düşünüyordu. Bu düşüncelerle ağırlaşan göz kapakları yavaşça kapandı. Uykuya daldı.Çok zaman geçmedi, arkadaşlarının söylediği türkülere uyandı. Otobüsler İstanbul’a varmıştı...MEYDANDA 100 BİN KİŞİSaat 07.30.1 Mayıs Taksim mitingini organize eden DİSK’in buluşma noktalarından biri de Beşiktaş Barbaros Meydanı’ydı.Bayram Çıtak’ın da aralarında bulunduğu Ankara’dan gelen öğretmenler burada korteje katıldı. Saat 10.00.Binlerce insan kol kola girip Taksim’e doğru yürüyüşe başladı. Önde DİSK’e mensup işçiler; arkada sırasıyla Türk Tabipler Birliği, TÖB-DER, Çağdaş Hukukçular gibi sivil toplum örgütleri ve en arkada Dev-Genç vardı.Saat 14.30. Kortej Taksim’e ulaştı.Meydanda 100 bini aşkın insan bulunuyordu. Ve hálá meydana, her yandan oluk oluk insan akıyordu. İstanbul, tarihi mitinglerinden birine tanıklık ediyordu.KIRMIZI KAMYONETBayram Çıtak acıkmıştı. Bir simit aldı. Yorulmuştu. Meydandaki Intercontinental (bugünkü adıyla The Marmara) otelinin önüne gitti; yere çömelip simitini yemeye başladı.Bu sırada DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşma yapmak için kürsüye çıktı.Saat 18.30’tu. Başkan Türkler konuşmasını, meydandaki insanları, eski DİSK Sekreteri İbrahim Güzelce anısına bir dakikalık saygı duruşuna çağırarak bitirdi.Saat 19.45. Binlerce insan saygı duruşunda bulundu. Ortalıkta hiç ses yoktu. Birden nereden geldiği belli olmayan silahlar ardı ardına patlamaya başladı.Ateş edenler sanki saygı duruşunu beklemişlerdi. Silah sesini duyan meydandaki binlerce insan panik halinde sağa sola koşmaya başladı.Öğretmen Bayram Çıtak önce ne yapacağını kestiremedi. Arkadaşlarına bakındı, herkes bir yana koşuşuyordu.O da otelin hemen yanındaki Kazancı Yokuşu’na doğru koştu. Dar sokağa ilk girenlerden biri oldu. Ama çıkamadı. Kimin getirip koyduğu bilinmeyen bir kırmızı kamyonet bu dar yolu tıkamıştı.Ölümlerin çoğu, buradaki ezilmeler sonucu oldu. İlkokul öğretmeni Bayram Çıtak burada kaburgaları kırılmış halde bulundu. Ölmüştü...30 YIL SONRADİSK, 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılını Taksim’de anmak istedi. İstanbul Valiliği izin vermedi. DİSK inat etti.Polis, belli sayıda DİSK görevlisinin Taksim’e çıkıp anıta çiçek koymasına izin verdi. Ancak başka kimseyi Taksim’e sokmamaya kararlıydı.1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak ve 30 yıl önce ölenleri anmak için Ankara’dan gelen otobüsler, bu nedenle İstanbul’a sokulmadı.Polis, otobüslerin Ankara’ya geri dönmesini istedi. Gelenler ısrarcıydı. Tartışma sürerken, otobüsten inen bir kişi, kimseye gözükmeden oradan uzaklaştı.Ne yapıp edip Taksim’e ulaşmak istiyordu. Saatlerce yürüdü. Beşiktaş Dolmabahçe’de, polisin üzerine sıktığı biber gazı bile onu durduramadı.Sonunda başardı; DİSK kortejine katıldı; Taksim’e ulaştı. Ve elindeki kırmızı karanfili Kazancı Yokuşu’nun bir köşesine bıraktı sessizce.Sanki babasına kavuşmuş gibiydi. O kişi Mete Çıtak’tı... Öğretmen Bayram Çıtak’ın yaşayan iki oğlundan biri...Bayram Çıtak’ın, İstanbul’a gelirken otobüste sabaha kadar düşündüğü küçük oğlu Mesut, babasının ölümünden bir yıl sonra böbrek yetmezliğinden vefat etmişti...1 Mayıs 1977’de kaç kişi öldü?NE hazin!1 Mayıs 1977’de kaç kişinin öldüğünü bilmiyoruz. Bu nedenle herkes bir sayı uyduruyor. Genellikle rakamlar 34 ile 42 arasında değişiyor!Devlete göre sayı 34. Soruşturmayı yürüten altı savcı yardımcısından oluşan kurul bu sayıyı vermektedir. Keza iddianamede de aynı sayı verilmektedir. Devlete göre ölenlerin isimleri şöyle:Hasan Yıldırım, Niyazi Darı, Kadir Balcı, Nazmi Arı, Hikmet Özkürkçü, Garabet Ahyan, Sibel Açıkalın, Ömer Narman, Ali Sidal, Mehmet Ali Genç, Hüseyin Kırkın, Aleksandros Konteas, Kadriye Duman (Kocamış), Kahraman Alsancak, Hatice Altun, Mehmet Ali Elmas, Kenan Çatak, Ercüment Gürkut, Leyla Altıparmak, Mahmut Atilla Özbelen, Rasim Elmas, Bayram Çıtak, Jale Yeşilnil, Nazan Ünaldı, Hamdi Toka, Hacer İpek Saman, Ramazan Sarı, Diran Nigiz, Bayram Eyi, Ziya Baki, Ahmet Gözükara, Meral Cebren (Özkol), Mültezim Oltulu, hüviyeti meçhul 35 yaşlarında bir erkek.DİSK’in kayıtlarına göre ise ölü sayısı 36. İlginçtir: DİSK’in Taksim’de öldüğünü açıkladığı Ali Yeşilgül, Mustafa Ertan, Yücel Elbistanlı, Tevfik Beysoy, Bayram Sürücü, Özcan Gürkan ve Hülya Emecan adlı isimlere savcılık iddianamesinde yer verilmemişti.Keza: Savcılık iddianamesinde olan Ali Sidal, Hatica Altun, Ramazan Sarı, Mürtezim Oltulu ve kimliği meçhul kişi de DİSK listesinde yoktu!Yani: DİSK listesinden 7 kişi iddianamede, iddianamedeki 5 kişi de DİSK listesinde yoktu. Her iki listedeki isimler toplandığında ölü sayısı 41 oluyor. Bitmedi.Katliamdan 15 gün sonra çıkan Devrimci Yol Dergisi, ölü sayısını 27 olarak verdi. Verilen 26 isim yukarıda var. Ancak her iki listede, yani iddianamede ve DİSK kayıtlarında olmayan bir isim vardı: Mehmet Ali Kol. O halde ölü sayısı 42 kişiydi.Peki dönemin gazeteleri ölü sayısını kaç kişi vermişti: Hürriyet: 34, Milliyet: 34, Cumhuriyet: 34, Tercüman: 34, Günaydın: 39, Son Havadis: 38, Hergün: 40, Dünya: 39, Milli Gazete: 40, Politika: 35. 30 yıl sonra TV’lerde ve gazetelerde herkes ayrı bir sayı veriyor. Ve ne yazık ki biz hálá kaç kişinin katledildiğini tam olarak bilemiyoruz!...Kaç kişinin öldüğünü bilmediğimiz gibi, 1 Mayıs 1977 provokasyonunun neden yapıldığını da pek tartışmıyoruz...30 yıllık derin sırTARİH: 5 Nisan 1977Yer: TBMM.Meclis, 5 Haziran 1977 tarihinde erken seçim yapılması kararını aldı. Seçime katılacak tüm partiler yollara düştü. İktidar olmasına kesin gözüyle bakılan CHP’nin mitingleri nedense hep olaylı geçiyordu.CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i taşıyan otobüs, her gidilen yerde saldırılara uğruyordu. 26 Nisan’da Niksar’daki CHP mitingine ateş açıldı. On kişi yaralandı.27 Nisan’da Gümüşhane Şiran’da CHP konvoyuna ateş açıldı. Seçim otobüsünün camları kırıldı. 28 Nisan’da Erzincan’daki CHP mitingine ateş açıldı. Yedi kişi yaralandı. Bu arada DİSK, seçimlerde CHP’yi destekleme kararı aldı.1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda toplanan binlerce insanın üzerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Savcılık iddianamesine göre 5’i kurşunla olmak üzere 34 kişi öldü."Birileri" erken seçimin yapılmasını istemiyordu. CHP’nin tek başına iktidar olması "bazı çevreleri" rahatsız ediyordu.21 Mayıs’ta Malatya’da CHP mitingi sırasında bomba patladı. Paniği, kürsüden ayrılmayıp halkı sakinleştiren Ecevit önledi.27 Mayıs’ta Mardin’de sağ-sol çatışmasında 4 kişi öldü.29 Mayıs’ta İstanbul Yeşilköy Havalimanı ve Sirkeci Garı’nda valiz içine bırakılan saatli bombalar ardı ardına patladı. 5 kişi öldü, 41 kişi yaralandı.Aynı gün Ecevit’e İzmir Çiğli Havaalanı’nda suikast teşebbüsünde bulunuldu. Mehmet İsvan ayağından yaralandı. Ecevit, silahların gölgesinde seçim çalışması yapıyordu. Bütün bu olayların bir de psikolojik harbi vardı:31 Mayıs 1977 tarihli Tercüman Gazetesi’nde "Almanya’da kurulduğu" bildirilen "Türkiye Sosyalist Devrim Konseyi" (TÜSDEK) imzalı bir bildirinin haberi yayımlandı. Bildiri, "Grevler 1977 seçim öncesi 39 BS 4 KK, 63 BKL eylemleri ile istenilen düzeye ulaşamazsa, süratle TH-4, DD-6, MEK-4 ve DİSK 19, 23, 27 eylemleri uygulamaya alınacaktır" gibi, şifreli izlenimler veren 11 maddeden oluşuyordu.Bu arada terör, kan almayı sürdürüyordu. 1977 yılının ilk üç ayında terörden ölen insan sayısı 59 iken, seçim kararının alındığı nisandan haziran ayı başına kadar 133 kişi ölmüştü!Bitmedi. CHP’nin 3 Haziran’da Taksim’de yapacağı mitingden önce, Başbakan Süleyman Demirel, Ecevit’i uyardı: "Taksim’e gitme, sana suikast yapılacak!"1 Haziran’da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde sürpriz bir emeklilik gerçekleşti. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, ağustos şûrası beklenilmeden emekliye sevk edildi!..İstanbul Göztepe Yeşil Çeşme Sokak’taki bir ev, nisan ayı boyunca hareketli gecelere tanıklık etmişti. Ev sahibi, ordu kökenli eski bir emniyet müdürü olan Rafet Kaplangı idi. Kaplangı ile Orgeneral Ersun uzun yıllar silah arkadaşlığı yapmışlar; ordu içindeki cunta Silahlı Kuvvetler Birliği’nde birlikte çalışmışlar; iki kez darbe teşebbüsünde bulunan Kurmay Albay Talat Aydemir’i desteklemişlerdi.1977 yılında ise Ecevit’in tek başına iktidar olmasının, Türkiye için iyi olmayacağını düşünüyorlardı! Genelkurmay, cuntacı ekibi tasfiye etti. Ecevit, haziranda Taksim’e çıktı, büyük katılımlı, coşkulu bir miting yaptı. İki gün sonra seçimler gerçekleşti.CHP tek başına iktidar olmaya yetecek kadar milletvekili çıkaramadı. Cuntacılar seçimi engelleyememişlerdi, ama "merkezdeki oyları korkutarak" CHP’nin gerekli oyu almasına engel olmuşlardı!..Ve Türkiye üç yıl sonra büyük bir tsunamiyle, "emir komuta zinciri dahilinde" yapılan bir askeri darbeyle karşılaşacaktı: 12 Eylül 1980.Bu arada TÜSDEK ve bildirisine ne oldu derseniz? Öyle bir örgüt, öyle bir bildiri hiçbir zaman olmamıştı... Bugün de örneklerini gördüğümüz gibi hepsi koca bir yalandı.